GüncelMakaleler

SÖYLEŞİ DİZİSİ-1 | “Denizler bir tarihsel akışın belirli bir döneminin ürünüdür.”

Özgür Gelecek gazetesi olarak Mayıs ayında ölümsüzleşen devrimci önderleri konu edinen bir söyleşi dizisi başlatıyoruz.

Bilindiği üzere 6 Mayıs 1972’de Ankara’da Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan; 18 Mayıs 1973’te Amed zindanında komünist önder İbrahim Kaypakkaya; 18 Mayıs 1977’de Antep’te Haki Karer;  18 Mayıs 1982’de Amed Zindanında Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner; ideallerini ardıllarına bırakarak yıldızlaştı.

Birleşik Mücadele Güçleri bileşenleriyle gerçekleştireceğimiz dosya haberde, 71 devrimci çıkışının toplumsal koşullarını, devrimci komünist önderlerin ideallerini ve bugünkü gerçeklik için de nasıl yaşatılabileceğini işleyeceğiz.

Dosyamızda ilk söyleşiyi Mücadele Birliği adına Seher Dursun ile gerçekleştirdik.

 

İlk olarak Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i ortaya çıkaran 68 devrimci gençlik hareketi-kuşağı için ne söylenebilir ? O döneme ilişkin sizin nasıl bir değerlendirmeniz olur?

İçinden doğup geliştikleri koşullar bir yana… “İki kere iki artık dört etmeyecek” diyen bir kuşağın hikayesidir bu. Ve öte yandan, burjuvazinin, bir genelin içinde silikleştirmeye çalıştığı özgün bir devrimci kopuşun hikayesi. “68 Kuşağı” genellemesiyle alabildiğine romantik ve etkisiz bir “anı” haline dönüştürülmek istenen gözüpek ve direngen bir akıştan bahsediyoruz. Yatağını arayan nehir, Denize ulaşmak için çağıldayan ırmak!..

  1. Paylaşım Savaşı sonrası ulusal kurtuluş savaşları ve toplumsal devrim kasırgaları tüm kıtalarda dolu dizgin yükselirken doğan bir kuşaktan bahsediyoruz. Bu kuşağın, tüm dünyayı altüst eden tarihsel-toplumsal gelişmelerin dışında kalabilmesi mümkün olabilir miydi?

Savaşın külleri ve yıkımı arasından yeni bir dünya doğarken, elindekini yitirmekte olduğunu gören sermaye dünyasının Avrupa’da yoğun baskılar ve cadı avları; Asya’nın doğu ucunda vahşi savaşlar başlattığı bir dönem. Yüz milyonlarca insanın ağır bedellerle örülü özgürlük mücadelelerinin yükseldiği, bu mücadelenin bizzat emperyalist metropollerde de yankısını bulduğu bir dünyaydı.

Bu küresel başkaldırı çağında, olayı sadece ABD ve (özellikle) Fransa’da gelişen güçlü öğrenci eylemlerinin estirdiği rüzgar ile açıklamaya çalışmak, burjuvazinin tüm dünyaya kabul ettirmeye çalıştığı gerici bir hikayedir. Gerçekte olan, “Batı”daki öğrenci hareketleri de dahil, tüm hareketin, bu dünya tarihsel gelişmelerin sonucu olduğudur. Bu yüzdendir ki, o çağın bu topraklardaki genç kahramanları, Denizler, Mahirler, İbolar, “Batı”daki örneklerin çok ötesinde bir muazzam kopuş yaratacak, “gençlik önderliği”nden “devrim önderliği”ne uzanan köprüyü kararlı adımlarla geçeceklerdir.

“Bizim 68”, Avrupa-ABD merkezli 68’den daha farklı ve daha derin köklere sahip bir hareket olarak biçimlendi. Bu konuyu “Devrimin Önsözü: Deniz Gezmiş” adlı çalışmamızda ayrıntılı olarak işledik. Tek tek tarihsel dönüm noktalarını teşkil eden toplumsal-siyasal gelişmelere işaret ettik. Sonuçta bütünsel olarak sınıflar savaşımının muazzam bir atılım gösterdiği o tarihsel dönemde, bir devrim dalgasının mayalanması gençliği sarıp sarmaladı, onları en yükseklere çıkardı.

Tarihsel görevlerinin ayırtına varan bu genç önderler kuşağı, bu onurlu ve ağır yükü omuzlamaktan çekinmedi. Bedelini hayatlarıyla ödeyecekleri zorlu yolculuğa işte bu bilinç ve duyguyla, bu tarihsel serüvenin sonucu atıldılar. Aşılmaz örnekler oldular.

Özellikle son dönemlerde Deniz’in Ulusalcı Kemalistler tarafından sahiplenilmesini siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Burada amaçlanan nedir sizce?

Bilinen bir olgudur. Burjuvazi devrimcileri fiziken yok etse de, onları düşünsel olarak yok edemiyor ve emekçi halklar üzerindeki etkilerini silemiyor. İşte o aşamada o büyük insanları doğrudan karşısına almadan, içini boşaltarak sahiplenme yolunu tutuyor. Tarihsel bağlamından koparılan, aşırı tek yönlü, bütünselliğini yitirmiş bireyler olarak basit bir içi boş ikonaya çevirmeye çalışıyor.

Denizler bir tarihsel akışın belirli bir döneminin ürünüdür. Bir geçmişleri ve evrimleri söz konusudur. İçinden çıktıkları dönemin sosyalist hareketinin, onun teorik ve politik birikimimin derin izlerini taşırlar. Kemalist etkilenmeler o dönem hareketinde çok yoğundur. Ama nihayetinde onların girdikleri yol, bir kopuş yoludur. O yolun çıkacağı nokta da burjuva kemalist düşünsel yapının aşıldığı bir gelişim yoludur.

“Ulusalcı kemalist” olarak nitelediğiniz kesimlerin, yani özünde bizzat burjuvazinin Denizler’i “sahiplenmesi”, bu çerçevede anlaşılmalıdır. Gelişim yönünü değil geçmişte bir noktada bulundukları yeri temel alarak, bütünselliğinden ve devrimci özünden kopartmakla, hem devrim önderleri olan o genç kuşağı sermaye için zararsız bir ikonaya dönüştürmek istiyorlar, hem de onları örnek alacak olan gençlerin devrimci yönelimini engellemek istiyorlar.

Mayıs ayı, üç fidanla birlikte aynı zamanda Dört’ler ile Haki Karer’in ve İbrahim Kaypakkaya’nın şehit düştükleri bir zaman dilimini kapsıyor. Bir bütün olarak Mayıs ayı şehitleri, birleşik mücadele bağlamında sizin açınızdan nasıl anlam buluyor?

Türkiye ve Kürdistan devrimi, aynı topraklarda farklı dinamikler halinde gelişmeye başlamış, ama iktisadi yapının (kapitalizmin) “bütünleştirici” etkisiyle birlikte, tek bir süreç halinde bir araya gelerek Birleşik Devrim halini almıştır. Bugüne değin Birleşik Devrim mücadelesinin çok farklı bileşenlerinin sayısız kahramanlıklarla dolu tarihi var. Ödenen ağır ve bir o kadar soylu bedeller var.

Tarihsel toplumsal şartlar, o şartlarda biçimlenmiş örgütsel yapılar, çoğu noktada birbirlerinden ayrı yürüttüler bu mücadeleyi. Aynı ortak düşmana karşı ayrı örgütsel yapılarda ayrı savaştılar. Çoğu zaman öznel olarak farklı yerlerde durdular, ama Birleşik Devrim’in ortak değerleriydiler. Nesnel hareketin kendisi her adımda bu tarihsel gerçekliği bize tekrar tekrar hatırlattı. En nihayetinde iradi olarak da tek bir cephede birleşmeye başladı Birleşik Devrim’in farklı bileşenleri.

60’lı yıllarda birleşik bir sosyalist hareket doğdu. Yasalcı oportünist kabukla sarılı bir hareketti ama, “eski tüfeklerin” uzun yıllar dağınık ve etkisiz mücadelesinden sonra ilk kez geniş yığınlarla buluşan, maddi bir güç haline gelen bir sosyalist hareketti. “Üç fidan”ın, Mahirler’in, İbo’nun, tek kelimeyle tüm o devrimci önderler kuşağının içinden çıktığı hareket idi. Bu birleşik hareket, gelişip güçlendiğinde parçalara ayrıştı. Pek çok devrimci örgüt doğdu bu tek kökten. İki ülke devriminin birleşik karakteri, nesnel bir eğilim olarak, kendini sürekli dayattı. Ve nihayetinde bugün, yeniden güçlü bir birleşik hareket olma doğrultusunda ilerliyor.

Bu açıdan baktığımızda Denizler, Dörtler, Haki Kare, İbrahim, Mayıs şehitleri… ve kuşkusuz diğer tüm ölümsüzleşen savaşçılar, hepsi, bu Birleşik Devrim’in ortak harcıdırlar. Ortak değerlerimizdir. Bu kavga onlardan aldığı savaşçı ruhla zafere ulaşacak.

 

Buradan hareketle, AKP-MHP iktidarının salgınla birlikte geniş emekçilere, Kürtlere, Alevilere, kadın ve LGBTİ+lara yönelik yaşama geçirdiği politikalar karşısında devrimci, demokratik güçlere düşen görevler nedir?

Yayınlarımızda sürekli vurguladığımız noktalar var. Dinci faşist iktidarın ve faşist devletin bu azgın saldırganlığı, güçlülük değil, tamamen bir çöküşün, güçsüzlüğün sonucu. Egemenliğini yitiren, artık egemen olamayan bir sınıfın salt çıplak zor ile ayakta kalma çabası. Toplumun tüm emekçi kesimleri, giderek daha da küçülen bir avuç azınlığın dışındaki geniş yığınlar bu saldırılardan payını alıyor. Tek tek saymakla bitiremeyeceğimiz davranış, açıklama, skandal, çürüme, saldırı söz konusu. Çoğu zaman saçmalık düzeyine varan, on milyonları çileden çıkaran türden şeyler bunlar.

Bütün bunların sayısız örneğini her gün basında, sosyal medyada görüyoruz.

Kimileri buradan hareketle sürekli sorunu sandığa, seçimlere havale ediyor. Anketler yayımlayıp “eriyorlar, bitiyorlar, gidecekler” üzerinden devrimci demokratik güçleri bir beklentiye, pasif bir konuma sürüklemeye çalışıyor. Uzun boylu tartışmanın gereği yok. Bu, çıkışı olmayan bir yoldur. Yukarıda bahsettiğimiz, bu topraklardaki birleşik sosyalist hareketin ilk döneminin, o çocukluk döneminin oportünist hastalığıdır.

O dönemin genç devrimci önderlerinin içinden çıktığı ve aştığı TİP oportünizminin hastalıklı uzlaşma eğilimidir. Mücadele her tarihsel dönemde bu tür hastalıkları tekrar ve tekrar gündeme getiriyor ne yazık ki.

Dinci faşist iktidar, havada asılı duran bir yapı değil. İşbirlikçi tekelci sermayenin ve emperyalistlerin emekçi yığınlar karşısındaki aparatıdır. Onun yönelimi “tek adam”ın hırsı değil. Dinci faşizm de AKP-MHP ikilisinden mürekkep değil. Söz konusu olan sermaye iktidarıdır, sermaye devletidir. Devrimci demokratik güçlerin temel görevi, bu iktidarı ve bu devleti yıkmaktır. Sermaye egemenliğini yıkmaktır yani.

Faşizme karşı demokrasiyi kazanmaktan bahsedilecekse, demokrasinin sınıfsal bir kavram olduğunun bilincinde olarak söylüyoruz, bunun tek yolu, burjuva devletin toptan havaya uçurulması, emeğin iktidarının kurulmasıdır. Bunun asgarisi, azamisi diye bir şey yoktur. Yani “azami amacımız devrim, asgari amacımız haklar” türünde bir anlayış, kim nasıl formüle ederse etsin, özünde, yukarıda bahsettiğimiz uzlaşmacılık hastalığının tezahürlerinden biri olur.

Bu açıdan, ille ortak bir formülasyon aranıyorsa, “dinci faşist iktidarı yıkarak halkların demokratik iktidarını kurmak” denebilir. Ama bu, sandıkla olacak iş değildir. Faşist iktidarın yıkılması, faşist devlet aygıtının yıkılmasından ayrı düşünülemez çünkü. (Hayati önemde olmakla birlikte tekellerin kamulaştırılması, NATO vb. önlemler dizisine burada girmiyoruz.)

Yapmamız gereken, adını andığınız tüm “demokrasi güçleri”ni bu temel etrafında bir araya getirmektir. Antifaşist bir birlik gerekiyor. Altını çizelim. “Saray/Tek Adam/AKP-MHP faşizmine” karşı değil, faşizme karşı birlik gerekiyor. Bir bütün olarak düzene, Türkiye tekelci kapitalist düzeni ve onun faşist devletine karşı bir birlik.

Ana ekseni böyle kurduğumuzda, tüm bu “demokrasi güçleri” için pratik mücadelede çok geniş bir alan önümüze açılmaktadır. Birleşik Mücadele Güçleri bu konuda doğru bir başlangıç yapmış durumda. Bu başlangıcın güçlendirilmesi, büyütülmesi, bu devrimci temelde antifaşist güçlerin toparlanması temel uğraşımız olmalıdır. Hasmımızı ancak bu şekilde yenebiliriz.

Bize bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederiz, yoldaşlar. Çalışmalarınızda başarılar dileriz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu